Gündemde Neler Var?
GÜNDEMDE NELER VAR?
1-"UCL'den Nanofiber Spagetti İnovasyonu"
University College London (UCL) araştırmacıları, insan saçından yaklaşık 200 kat daha ince, yenilemeyen bir spagetti türü geliştirdi. Bu yeni spagetti, bitkilerin glikoz depolamak için kullandığı nişasta bazlı bir malzemeden üretiliyor. Geleneksel spagetti üretiminde, un ve su karışımı metal deliklerden geçirilerek uzun ince şeritler elde edilir. Ancak UCL ekibi, bu süreçte yenilikçi bir yaklaşım benimsedi. Araştırmacılardan Dr. Adam Clancy, elektrik yükü kullanarak, un ve sıvı karışımını nanofiber formunda çekerek spagettiyi oluşturduklarını belirtti. Bu yöntemde, karışım iğne uçlarından elektriksel çekişle sıvı halden ince lifler haline geliyor.
Bu yeni teknolojinin en dikkat çekici yanı, üretilen nanofiberlerin son derece ince ve gözenekli olmasıdır. Profesör Gareth Williams, bu özelliklerin, nanofiberlerin tıbbi alanda kullanışlı olabileceğini ve yaraların iyileşmesine yardımcı olabilecek bandajlar ya da hücrelerin kendilerini desteklemek için oluşturduğu protein ağını taklit eden doku yenileme iskeletleri gibi uygulamalarda yer bulabileceğini ifade etti.
Ancak bu spagetti türü, geleneksel anlamda yenilebilir değil. Araştırmalara göre, pişirildiğinde bu özel spagetti bir saniyeden daha kısa sürede eriyecek. Bu spagettiyi üretmek için kullanılan yöntem, "elektrospinning" adı verilen bir tekniktir. Elektrospinning, bir sıvıyı elektrik yüküyle ince liflere dönüştürme işlemi olarak tanımlanabilir. UCL araştırmacıları, bu tekniği kullanarak un ve sıvı karışımını 372 nanometre çapında liflere dönüştürmeyi başardılar. Bu yeni malzeme, özellikle çevre dostu bir üretim süreciyle elde ediliyor ve çeşitli endüstriyel ve tıbbi uygulamalar için potansiyel taşıyor.
2-"Rob Hallifax’tan Guinness Rekoru: Dünyanın En Büyük Oyun Kartı"
İngiltere'nin başkenti Londra'da yaşayan özel oyun kartları üreticisi Rob Hallifax, bir kez daha Guinness Rekorlar Kitabı'na adını yazdırmayı başardı. Hallifax, Hindistanlı Ramkumar Sarangapani tarafından 2020 yılında elde edilen "dünyanın en büyük oyun kartı" rekorunu kırarak, dev bir oyun kartı üretti. Bu başarılı girişimi, onun ikinci kez Guinness Rekorlar Kitabı'na girmesini sağladı. Hallifax’ın önceki başarısı, 3D baskı teknolojisiyle dünyanın en küçük oyun kartını yapmasıydı, bu da onun yenilikçi ve sıra dışı projelere olan ilgisini gözler önüne seriyordu. Ancak bu kez daha farklı bir projeye imza atarak, büyüklüğüyle göz kamaştıran bir eser ortaya koydu.
Hallifax’ın yarattığı devasa oyun kartı, yalnızca boyutuyla değil, tasarımındaki dikkatlice seçilmiş detaylarla da dikkat çekiyor. Kartın yüzeyi, binlerce küçük fotoğrafla süslenmiş bir mozaiğe dönüşüyor. Bu fotoğraflar, Hallifax’ın destekçilerinden topladığı, farklı insanların ve hatta bazı evcil hayvanların görüntülerinden oluşuyor. Kartın genel görünüşü, uzak bir mesafeden bakıldığında geleneksel bir oyun kartını andırsa da, daha yakından incelendiğinde her bir fotoğraf karesi, bu kartın tasarımının ne kadar özenle hazırlandığını ve her detaya ne kadar dikkat edildiğini gösteriyor.
Hallifax, kartın her bir kısmını özenle tasarlayarak, büyüklüğüyle öne çıkan ama aynı zamanda görsel açıdan da zengin bir yapıt ortaya koydu. Her fotoğraf, bir anlam taşıyan ve bir araya gelerek devasa bir kompozisyon oluşturan minik parçalar gibi yerleştirildi. Bu devasa oyun kartı, sadece fiziksel boyutuyla değil, içinde barındırdığı binlerce insanın ve hayvanın fotoğrafıyla da adeta bir topluluk eseri haline gelmiş durumda.
Bu proje, teknolojinin sanatsal yaratıcılıkla nasıl birleşebileceğini ve sınırsız bir hayal gücünün nasıl gerçeğe dönüştürülebileceğini gösteren özel bir örnek oluşturuyor. Hallifax’ın bu başarıları, aynı zamanda teknolojiyi farklı alanlarda nasıl kullanabileceğimiz konusunda da ilham veriyor. Oyun kartları gibi sıradan bir nesneye dönüştürdüğü devasa boyutlar ve görsel detaylarla, hem estetik hem de yenilikçi bir anlam yükleyerek, dünya çapında takdir toplayan bir eser yaratmış oldu.
Bu projeyle Rob Hallifax, sadece fiziksel boyutlarıyla değil, tasarımındaki derinlik ve anlamla da tüm dikkatleri üzerine çekmiş oldu. Hem sanatsal bir yaklaşım hem de teknolojik bir yenilik olarak tarihe geçen bu devasa oyun kartı, Hallifax’ın sınır tanımayan yaratıcılığının bir kanıtı. Bu tür başarılar, hem bireysel yaratıcılığın hem de toplumsal katkıların birleştiği anlamlı projelere ilham verecek nitelikte.
3-Dünyanın En Eski Alfabesi Keşfedildi: Tarih Yeniden Yazılabilir!
Suriye'deki antik bir mezarda yapılan kazılar, tarih kitaplarını sarsabilecek bir keşfi gün yüzüne çıkardı. Johns Hopkins Üniversitesi'nden araştırmacılar, M.Ö. 2400'lere tarihlendirilen kil silindirler üzerinde yer alan yazının, bilinen en eski alfabetik yazıdan yaklaşık 500 yıl daha eski olduğunu ileri sürdü. Bu bulgu, alfabenin kökeni ve evrimi hakkında yıllardır süregelen görüşleri değiştirebilir ve yazının tarihini yeniden şekillendirebilir.
Suriye'nin batısındaki antik Tell Umm-el Marra kentinde yapılan kazılarda, altın ve gümüş takıların yanı sıra, kil silindirlere kazınmış alfabetik yazılar bulundu. Bu yazıların, yaklaşık 500 yıl daha önceye, MÖ 2400 civarına ait olduğuna inanılıyor. Bilim insanları, bu silindirlerin bir tür etiket olarak kullanılmış olabileceğini düşünüyor. Ancak bulgular, sadece yazılı iletişimin ilk örneklerinden biri olmakla kalmıyor, aynı zamanda alfabenin ilk doğuşuna dair yeni bir bakış açısı sunuyor.
Daha önce alfabenin, M.Ö. 1900’lü yıllarda Mısır veya çevresinde ortaya çıktığı düşünülüyordu. Bu yeni keşif, alfabetik yazının, bilinen tarihi sınırların çok ötesinde, daha eski bir dönemde ve farklı bir coğrafyada doğmuş olabileceğini gösteriyor. Kazı ekibinin başında yer alan arkeolog Dr. Glenn Schwartz, bulguları şu şekilde değerlendirdi: "Alfabetik yazı, insanların düşünme ve iletişim kurma biçimlerini değiştirdi. Bu keşif, bu devrimin düşündüğümüzden çok daha önce ve farklı bir yerde başladığını gösteriyor."
Yeni bulgular, karbon tarihleme yöntemleriyle doğrulandı ve bu keşfin yazılı iletişimin evrimi hakkında önemli ipuçları sunduğu vurgulanıyor. Araştırmacılar, bu yazının insanlık tarihinin erken dönemlerine dair daha fazla bilgi sağlayabileceğini belirtiyor. Şimdiye kadar alfabenin kökeni Mısır ve çevresiyle ilişkilendiriliyordu, ancak bu yeni keşif, yazının doğuşunun tarihini baştan yazabilecek potansiyele sahip.
Bu bulgu, yalnızca yazının tarihi hakkında yeni sorular ortaya atmakla kalmıyor, aynı zamanda yazılı iletişimin ilk evrelerine dair anlayışımızı da yeniden şekillendiriyor. Yazının, çok daha eski bir dönemde ve farklı bir coğrafyada ortaya çıkmış olabileceği düşüncesi, dünya çapında tarihçiler ve arkeologlar için yeni bir dönemin kapılarını aralıyor.
Eğer bu bulgular doğrulanırsa, alfabenin gelişimi ve insanlık tarihindeki rolü hakkında bildiklerimizde köklü değişiklikler yaşanabilir. Bu keşif, hem tarih hem de arkeoloji dünyasında önemli bir dönüm noktası olabilir, çünkü yazılı dilin evrimi, insanlık tarihindeki en önemli kilometre taşlarından biridir.
Sonuç olarak, bu keşif, sadece geçmişe ışık tutmakla kalmayıp, aynı zamanda gelecekte yapılacak araştırmalar için de yeni sorular ve keşifler için zemin hazırlıyor. Alfabenin kökeni hakkında bildiklerimiz değişecekse, bu keşif, tarih yazımında bir dönüm noktası olabilir. Ayrıca her geçen gün boyunca tarihte daha da eski ya da daha da ilginç şeylerin bulunması tarihin büyüleyiciliğini ve gizemini ortaya koyuyor.
4-Kadına Yönelik Şiddet Dizilerde 3 Bin Kez Temsil Edildi: Psikolojik Şiddet Önde
Kadın ve Demokrasi Vakfı (KADEM), 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü kapsamında "Şiddete Seyirci Kalma" adlı kampanyasını başlattı. Kampanya çerçevesinde, televizyon ve dijital platformlardaki en popüler 14 dizi titizlikle incelendi. Yapılan analizlerde, dizilerde toplam 3 bin 13 kadına yönelik şiddet sahnesine rastlandığı belirlendi. Bu şiddet sahnelerinin önemli bir kısmını ise psikolojik şiddet oluşturdu.
Araştırmalar, bu dizilerin büyük çoğunluğunda, kadına uygulanan şiddetin sadece fiziksel değil, psikolojik olarak da derinlemesine işlendiğine dikkat çekiyor. Psikolojik şiddet, kadınların ruhsal durumları üzerinde kalıcı etkiler bırakırken, toplumda da kadına yönelik şiddet algısını olumsuz şekilde pekiştirebiliyor. Bu durum, televizyon ve dijital platformlardaki içeriklerin, izleyicilerin zihinsel ve duygusal dünyasında nasıl bir etki yarattığını gözler önüne seriyor.
Kadınların ekranlarda maruz kaldığı şiddetin, özellikle de psikolojik şiddetin bu kadar yaygın olması, medya içeriği üreticilerinin bu konudaki sorumluluğunu arttırıyor. Yapılan tespitler, şiddet içerikli dizilerin toplumsal farkındalık yaratmada zorluklara yol açtığını ve izleyicileri olumsuz bir şekilde etkileyebileceğini gösteriyor.
KADEM, bu kampanya ile şiddetin normalize edilmemesi gerektiğini ve medyanın, toplumsal cinsiyet eşitliğini teşvik eden içerikler üretmesinin önemine dikkat çekiyor. Kadın ve kız çocuklarına yönelik şiddetin önlenmesi için atılacak adımların, her alanda toplumsal bilinç oluşturma yönünde atılması gerektiği vurgulanıyor.
Yorumlar
Yorum Gönder